Beyaz Yakalıların Küresel İş Bağımsızlığı ve Türkiye’ye Yansımaları
Günümüzün büyük markaları, ürünlerinin çoğunu Çin gibi düşük işçilik maliyetine sahip ülkelerde üretiyor. Devletler, kendi ülkelerindeki işsizliği azaltmak adına mülteci girişlerini engellemeye çalışsalar da küresel iş gücü akışı kaçınılmaz bir gerçeklik haline geldi. Üretim süreçlerinin ucuz işçilik bulunan ülkelere kayması sıradanlaştı. Ancak, beyaz yakalı işler daha önce dışarıdan hizmet almanın zor olduğu bir alan olarak görülüyordu.
Bugün ise beyaz yakalı işler de daha uygun maliyetlerle ve daha kaliteli şekilde yapılabilen yerlerde toplanmaya başladı. Bu trendin ilk aşamaları, daha çok muhasebe, çeviri, çağrı merkezi hizmetleri ve kredi kartı işlemleri gibi rutin işlerdi. Zamanla, yazılım geliştirme ve finansal analiz gibi teknik uzmanlık gerektiren hizmetler de dış kaynaklardan sağlanmaya başlandı. Artık araştırma-geliştirme (Ar-Ge) ve tasarım gibi temel işlevler de başka ülkelere taşınıyor.
Başlangıçta bu eğilimi maliyet düşürme amacı tetiklerken, günümüzde en iyi yeteneklere erişim ihtiyacı bu eğilimin en büyük itici gücü haline geldi. Demografik değişiklikler ve gelişmiş ülkelerde teknik alanlara olan ilginin azalması, küresel şirketlerin nitelikli iş gücünü bulmak için dünyanın dört bir yanına yönelmelerine neden oluyor. Böylece şirketler, ürünlerini daha hızlı piyasaya sürebiliyor ve daha nitelikli çalışanlarla iş birliği yapabiliyor.
Bu gelişmeler, Türkiye'deki yöneticiler ve beyaz yakalılar için önemli sonuçlar doğuruyor. Beyaz yakalılar, yetkinliklerini sürekli geliştirmeli ve dünyanın neresinde olursa olsun bu yeteneklere olan talebi takip etmelidir. Bu sayede, kendileri için yeni iş fırsatları yaratabilirler.
Türk şirket yöneticileri ise bu trendi iki şekilde değerlendirmeli: Birincisi, yetkin çalışanlarının yalnızca Türkiye’de değil, küresel ölçekte hizmet verebileceğini anlamalı ve insan kaynakları politikalarını buna göre şekillendirmelidir. İkincisi, şirketlerinin gelişimi için ihtiyaç duydukları yetenekleri yalnızca yerel pazardan değil, dünya genelinden sağlayabilecek altyapı ve kurum kültürünü oluşturmalıdır.
Kamu yöneticilerinin de bu küresel dönüşüme ayak uydurması gerekiyor. Eğitim kurumlarımız, yalnızca Türkiye’nin ihtiyaçlarına değil, aynı zamanda dünya çapında hizmet sunabilecek nitelikte programlar geliştirmeli. Eğitim kapasitesi planlamasında ise Türkiye'nin dışına hizmet verebilecek çalışanların yetiştirilmesi hedeflenmelidir.
Örneğin, Türkiye’nin iklimi ve sağlık sektörü avantajları sayesinde Avrupa’nın emeklilik cenneti olma potansiyeli vardır. Bu bağlamda, hemşirelik ve tıp eğitiminin kapasitesini ülke ihtiyaçlarının çok ötesinde bir seviyeye çıkarmak, Türkiye’nin bu alanda önemli bir refah kaynağı yaratmasını sağlayabilir. Benzer şekilde, tasarım hizmetleri gibi alanlarda yapılacak insan kaynağı yatırımları, Türkiye’nin küresel hizmet sektöründe güçlü bir aktör haline gelmesine katkıda bulunabilir.
Sonuç olarak, Türkiye’nin refah seviyesini artırmanın en sağlam yollarından biri, sadece ürün ihracatını değil, aynı zamanda dünya çapında talep gören yetkinlikleri geliştirmek ve bu yetkinlikleri dünya pazarına sunmaktır.