İyiyi Seçmek: Toplumların Başarısında Liyakat ve Şeffaflık
Toplumlar, rekabetçiliklerini artırabilmek ve refah seviyelerini yükseltebilmek amacıyla sürekli bir mücadele içerisindedir. Önemli olan, geçmişe kıyasla değil, diğer toplumlarla olan karşılaştırmalarda ne kadar gelişim sağlandığıdır. Toplumların sınırlı kaynaklardan ne ölçüde yararlandığı, bu karşılaştırmalara bağlı olarak şekillenmektedir. Bu nedenle, toplumsal kurumları etkin bir şekilde yöneten toplumlar, başarıya ulaşma şansını artırmaktadır.
Bu çerçevede, toplumsal kurumları yöneten kişiler hakkında verdiğimiz kararlar, refah seviyemizi etkileyen en kritik unsurlardan biridir. Yönetim pozisyonları için yaptığımız seçimlerde, hangi kriterleri göz önünde bulundurduğumuz, toplumsal başarımızı doğrudan etkilemektedir. Yakın hissettiğimiz kişilere mi yoksa işin en iyi şekilde yapılacağına inandığımız kişilere mi öncelik veriyoruz? Akrabalarımızı, hemşerilerimizi ya da arkadaşlarımızı mı tercih ediyoruz, yoksa en yetkin olanları mı?
Bu soruların cevaplarının toplumun her kesimi tarafından benimsendiğini düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Teorik olarak, çoğumuz “elbette en iyileri seçmemiz gerekir” diye düşünebiliriz. Ancak, geçen yıl bir pozisyona seçilmek için kaç kişiyle irtibata geçtik ve bu girişimlerdeki motivasyon kaynağımız o kişinin işin gereklerine uygun olması mıydı, yoksa “bizden biri” olması mı? Eğer ilk seçenek ağır basıyorsa, istemeden de olsa toplumsal bir kanserin oluşumuna katkıda bulunuyoruz demektir.
Bir toplumda seçimler ya da atamalar, genellikle “bizden biri” anlayışıyla yapılıyorsa, bu durumda yönetim pozisyonuna gelenlerin, kurumların misyonunu gerçekleştirmekten ziyade, sadece kendilerini seçenlere hizmet etmeye çalışacakları anlamına gelir. Sonuç olarak, bu durum kurumsal başarısızlık ve toplumsal güvenin kaybıyla sonuçlanır.
Örneğin, Osmanlı İmparatorluğu’nun uzun ve başarılı geçmişinin temel nedenlerinden biri, çeşitli etnik kökenlerden en yetkin bireyleri yönetim kademelerine çıkarma anlayışıdır. Bugün de Türkiye’de en güvenilir kurumların başında gelen silahlı kuvvetlerde yükselmenin temel sebebi, liyakat, değil sadakattir. ABD’nin başarı faktörlerinden biri de göçmen politikasını “en iyi” olanları kendine çekmek üzere inşa etmesidir.
“En iyi” olanların yerini “bizden biri”nin alması her zaman kötü niyetle ilişkilendirilmiyor. “En iyi” olanları seçebilmek için öncelikle kurumun misyonu hakkında bir anlayış birliği oluşturmak gerekiyor. Sonrasında ise şeffaf bir süreç ile “en iyi” tanımına uyan adayların belirlenmesi ve cezbetmesi gerekiyor. Aksi takdirde, “en iyi” yerine “bizden biri”nin seçilmesi kaçınılmazdır.
Demokratik seçimlerde ya da atamalarda, en önemli kriterlerimiz yetenekler olmalıdır. Eğer görünmez engelleri aşar ve bizden farklı olanların katacağı zenginlikleri anlayabilirsek, toplumsal başarıya ulaşma yolunda önemli bir adım atmış olacağız.
Özetle, her kurumda seçim kriterimiz “bizden biri” değil, “kurumsal misyonu en iyi gerçekleştirecek kişi” olmalıdır. Seçim süreci şeffaf olduğunda, toplumsal güven ve refah düzeyi artar.