Kurumlar ve bireyler karşılaştıkları zorlukları birer engel olarak görmek yerine, onları bir fırsata dönüştürdüklerinde başarıya ulaşmak daha kolay hale gelir. Zira zorluklar, insanları yaratıcı çözümler üretmeye teşvik eder ve yaratıcılık, başarının kilit unsurlarından biridir. Zorlukları aşanlar, o zorluklarla hiç karşılaşmamış olanlara göre daha donanımlı hale gelirler.

Örneğin, iş yoğunluğu fazla olan kişiler zaman yönetiminde daha başarılı olurlar. Türk iş dünyasının önde gelen isimlerinden Vehbi Koç’un da söylediği gibi, "Bir işi hızla sonuçlandırmak istiyorsanız, o işi en yoğun kişiye verin." Zamanın daha hızlı aktığı büyük şehirlerde randevular saatlerle belirlenirken, iş dünyasının en yoğun olduğu yerlerde dakikalarla belirlenmesi, yoğunluğun etkin zaman kullanımına nasıl dönüştüğünü gösterir.

Mekanın verimli kullanımı da benzer bir örnektir. Japonya gibi sınırlı alanlara sahip ülkelerde, hem ürün tasarımında hem de yaşam alanlarının verimli kullanımı konusunda çözümler geliştirilmiş olması tesadüf değildir. Sıkışık alanlarda yaşayan Japonların bu zorlukları aşma sürecinde buldukları çözümler, ülkenin genel verimliliğini ve rekabet gücünü artırmıştır.

Ayrıca, zorlukların inovasyonu teşvik ettiği başka bir örnek de İsveç ve Norveç gibi zor coğrafi koşullara sahip ülkelerin dünya çapında mobil teknoloji şirketleri (örneğin Nokia ve Ericsson) geliştirmiş olmalarıdır. Bu örnekler, "zor koşullar güçlü çözümler doğurur" ilkesini destekler.

Zengin doğal kaynaklara sahip olanların ise bu tür zorluklarla karşılaşmamaları, rekabet gücü ve zor durumlarda başarılı olabilme yeteneklerini geliştirme konusunda geri kalmalarına neden olabilir. Bu da zorlukların rekabet avantajı sağladığını kanıtlar niteliktedir.

Bu nedenle, karşılaştığımız zorlukları aşarken kazandığımız becerilerin sadece o anki durumu çözmekle kalmayıp, aynı zamanda farklı alanlarda da rekabet avantajı sağlayabileceğini unutmamalıyız. Örneğin, Türkiye’nin terörle mücadele konusunda edindiği deneyimler, bu alandaki küresel sorunlar karşısında ülke olarak avantaj sağlayıp sağlamayacağını sorgulamalıyız.

2001 ekonomik krizinden çıkış sürecinde Türk şirketlerinin geliştirdiği ihracat odaklı stratejiler, Türkiye'yi dünya çapında ihracat artışında önde gelen ülkelerden biri haline getirmiştir. Bu başarıyı yakalayan şirketlerin benzer potansiyele sahip başka pazarları da araştırmaları, avantajlarını daha da güçlendirmelerini sağlayabilir.

Sonuç olarak, "zorluklar güçlendirir" ilkesini unutmamalı ve her engelden uzun vadeli bir güç elde etmek için yeni yaklaşımlar geliştirmeliyiz. Zorluklar karşısında kazandığımız yetkinlikleri geniş alanlarda nasıl kullanabileceğimizi düşünmek, bizi daha güçlü kılacaktır.